Yolum Hastaneye Düştü
Genç doktorlara tebrikler
Ramazan Şensoy
-Ekim ayındayız, ortalık erken kararmaya başladı.
Yakakent’te havalar serinledi, insanlar evlerine erken çekiliyorlar. Akşamın sekizde, ısrarla çalan telefona baktığımda arayanın anne yarısı, bizde emeği çok olan Gülay yengem olduğunu gördüm. Eyvah, amcama bir şey mi oldu diye kaygılandım. Amcamın sağlık sorunları var. Yengem, ‘’Amcanın tansiyonu yükseldi, gel de doktora getirelim’’ deyince, seviniyorum. Sorun korktuğum kadar büyük değilmiş. Hazırlanıp evden çıkıyorum ve bizim macera başlıyor…
35 bin nüfusa hizmet eden, yenisi yapılacak diye içi dışı bakımsız durumdaki kırk elli yıllık bir bina. Ancak içinde koca yürekli sağlıkçı çocukların olduğu Alaçam Devlet Hastanesi’ne giriş yapıyoruz. Yirmili yaşların ortasında, zekâsı gözlerinden okunan, hızlı konuşan, ancak anlattığını karşı tarafın anlamasını sağlamak için konuşmasını yavaşlatmaya çalışan, genç, özgür ruhlu doktor bir kızın liderliğindeki acil ekibi bizi karşılıyor ve yönlendiriyor.
Ne şikâyetiniz var, ne zaman başladı vb. sorgu sualden sonra, kan, idrar tahlili arkasından EKG çekim, serum ve ilaç verme sonrasında taburcu edilmeyi bekliyoruz. Tekrar EKG çekiliyor, dinlenme odasına girilip telefon görüşmeleri, WhatsApp üzerinden görüntü transferi vb… Göstergeler anormal bir durum olduğu gösteriyor.
Bir yanda amca, ‘’Neyim varmış, ne zaman eve gönderecekler bizi?’’ diye sık sık soruyor. ‘’Amca tekrar kontrol edecekler’’ dediğimde, babamı hatırlatıyor, ‘’Koca oğlan da böyle olmuştu, tansiyon yükselmesinden gitti’’ diyor ve yüreğimi dağlıyor bu sözleri. Acaba babam doktor muayenesi sonrası ertelemeyip de hemen kalp doktoruna gitseydi durum farklı olur muydu diye düşünüyorum.
Doktor hanıma ‘’Durum nedir?’’ dediğimizde; ‘’EKG’sini iyi görmedim, hocam ile de görüştüm. O da teyit etti, hastayı kardiyoloji kliniği olan bir hastaneye sevk edeceğim’’ dedi. ‘’Doktor hanım, yarın sabah Bafra’ya kalp kliniğine gitsek olmaz mı?’’ dediğimde, ‘’Durum riskli, sizi bırakamam’’ dedi ve sevk işlemini başlattı.
Arkasından yaptığı teflon görüşmeleri sonrası ‘’Özel hastanelerden birisi uygun. Hastanın mali durumu nasıl, maliyeti karşılayabilir mi?’’ diye sordu. Hastanın mali durumunun iyi olmadığını , ‘’Biraz yoğunluk vardır ama sizi 19 Mayıs Tıp Fakültesi’’ne yönlendiriyorum’’ dedi.
Amcam ve yengem ambulansta gidiyor, ben peşlerinde, yağışlı hava ve kaygan yolda ambulans önde ben arkalarında ama ambulansa yetişmek ne mümkün…
Tesadüf aynı hastanede dayısının yanında refakatçi kalan Yiğit’i arıyorum, ‘’Halan ve enişten acile geliyor, onları karşıla’’ diyorum. Bir yandan yengemden de korkuyorum, yaş 75’i geçmiş, okuması yazması yok, sağlık sorunları var. Neyse Yiğit ambulansı karşılamış, amcayı kırmızı odaya almışlar yengem ve Yiğit bankta kaygılı şekilde oturuyor. Vakit geç, gece biri geçmiş, bazı insanlar banklarda yatıyor, uyuyor. İnsanlar banklarda nasıl yatıyor diye düşünüyorum. Hatta bazı hasta yakınları abartmış, yastığını da yanında getirmiş diye aklımdan geçiyor. Böyle düşünen ben, gecenin ilerleyen saatinde bir bank boşalsa da, ben de uzansam diye bank avcılığına başlıyorum. İlerleyen saatlerde bulduğum bir banka uzanmışım, sanki kuş tüyü yataktayım. Kuş tüyü yatakta bir saat kestiriyorum.
Kuş tüyü banktaki uykumdan, ‘’Mehmet Şensoy’un yakınları…’’ anonsu ile uyanıyorum.
Hasta bakıcı ile birlikte amcanın sedyesini alıp Kardiyoloji bölümünün EGK’sine gidiyoruz. Görevliler EKG’yi çekecek hekimi çağırıyorlar. Vakit gecenin üçü, Doktorun beden dilini gözlemliyorum. Uykudan uyandırılmış belli ama, en ufak bir ‘’nereden çıktı bu hasta’’ diyen memnuniyetsiz bir ifade yok. Amca ya sorular soruyor ancak işitme kaybı olan soruları ben yanıtlıyorum.
Gerekli görüntülemeleri yapıp, ‘’Şu an her şey normal’’ deyince seviniyorum. Doktor görüntüleme yaparken ekrana ben de bakıyorum, sanki bir şey anlayacakmış gibi. Anladığım tek şey, amcanın kalbi ‘’Gülay, Gülay…’’ diye eko yapıyordu ya da ben öyle düşündüm.
Sonrasında sedyeyi alıp, acil kırmızı alana dönüyoruz. Ben kırmızı alanın kapısında kalıyorum ve tekrar bank aramaya başlıyorum.
Bu arada sanırım çalışanların kahvaltı saati. Bir görevli üzerinde kahvaltılıklar bulunan servis arabasını çekiştirerek acil servis kapılarının önüne çekiyor. Arabadaki kaplardan elindeki naylon torbalara, zeytin, yumurta, peynir ve ekmek doldurup servislere girip çıkıyor.
Biraz önce amcayı birlikte EKG’ye götürdüğümüz hasta bakıcı,’’Sizin hastanız sarı alana alındı, hastanızı görebilirsiniz’’ diyor. Sarı alana giriyoruz. Beyaz perdelerle ayrılmış onlarca bölme; kiminde ızdırap çektiği yüzünden belli olan, kiminde dinlenip kendine gelmeye çalışan hastalar yatıyor. Hasta yataklarının yanlarında taburelerde iki büklüm oturan hasta yakınları, hastalar kadar eziyet çekiyor.
Bu arada; kırmızı alan ve sarı alan nedir ayırımını sorguluyorum. Meğer kırmızı alan hayati risklerin olduğu hastaların tutulduğu alanmış. Ürperiyorum…
İşini bitiren veya fırsat bulabilen genç hekimlerden bazıları, çay makinesinden aldıkları sallama çay ile sehpaların üzerine eğilmiş, iki büklüm vaziyette, biraz önce görevlinin dağıttığı kahvaltılıkları atıştırıyor.
Sarı alanda merkez masada bilgisayara veri giren doktora soru sormak için gittiğimde içinin geçtiğini, bilgisayar başında robot gibi durduğunu görüyorum ve yaşadıkları zorlukları gözlemlediğim için uyandırmaktan vazgeçiyorum.
Hasta kontrolunu bitirmiş başka bir genç doktorun, çalışma masasının çeyrek metrekarelik alanında kitabını açıp, herkesin derin uykularda olduğu saatte ders çalıştığını görüyorum. Gözümde bu çocukların yüzde onu kadar zekâ seviyesine sahip olmadan, ülke ekonomisine bu çocukların yüzde biri kadar katkı yapmayan ancak kahvaltı sofrasında bir kuş sütü eksik olan asalakların sofraları geliyor. Gidip bu koca yürekli, ülkenin en zeki; üniversite giriş sınavlarında 2 milyon 500 bin kişi arasından ilk 10 bin’e giren ve en zorlu üniversite eğitimini alıp, zor çalışma koşullarında kendilerini yetiştirip, en ufak aksamada günah keçisi yapılan… Beğenmiyorlar ise gitsin denilen, biz artık doktor bile dövebiliyoruz diyecek kadar yabanileşenlere ve diğer tüm zorluklara karşı, idealistçe, her koşulda insanlara yararlı olmak için mücadele eden bu çocukları alınlarından öpesim geliyor.