NASIL HESAP VERMEK?
Doğruyu söylemek değil, anlamak güçtür.
Cengiz Baysu
-
2005 yılında sevgili babacığımı asrın belâsı kanserden kaybetmiştim. Mezara konulduktan sonra kürekle ilk toprağın atılışında “yolun sonu” demiş ve her şeyin bu âna kadar süreceğini söylemiştim.
Bir kabir ziyaretinden
Yine kabir ziyaretlerinden birini yapıyorum. Bayram geldi geçti. Herkes yılda bir defa bile olsa kabristana ziyarete gitti. Anasına babasına küskün olanlar acaba onları kaybettikten sonra değerlerini anladılar mı? Arkalarından dua etmek, içi sızlamak, sadakalar vermek acaba onları rahatlatıyor mu?
Aslında cenaze namazlarına fırsat buldukça gider, hem ders almak hem de sevap kazanmak hem de cenaze sahibinin acılı gününde yanlarında olup destek vermek için tabuta omuz veririm. Kâinatın nimetlerini hoyratça tüketen, israftan uzaklaşamayan, şükretmeyi düşünemeyen insanlar, ancak gong çaldığında vaktin geldiğini anlıyorlar.
Paşabahçe kabristanı… Akşam karanlığı çökmek üzere… Sessizler âleminin mensupları için karanlıkla birlikte “yorganı çekmek” gibi bir eylem yok, belki de var bilmiyoruz. Girişten itibaren düşünüyorum. Burada yatanların da çocukluk dönemleri, gençlikleri, aşkları, sevgilileri vardı. İnsan değiller mi, tabii ki hırsız olanı, çalanı, kalp kıranı, ibadet edeni etmeyeni, örnek bir inanan olanı vardı.
Bunları yapıyor muyuz,
yapmıyor muyuz?
Hayatın gailesi içinde çırpınan ya da zevk ve sefa âleminde yüzen, yaşadığını sanan bîçareler (!), kafalarını kaldırıp da şöyle etraflarına bir baksalar! Kimler ne haldedir? Yoksullar ne yer, ne içer, nasıl geçinir?
Her gidenin arkasından imamın sorduğu aynı soruya cevap ararım. “Nasıl bilirsiniz?” Bu soruya bir türlü ısınamamışımdır. Tanıyan tanımayan, bilen bilmeyen “iyi biliriz” diyor. Kimin ne olduğunu en iyi yüce Yaradan bilmez mi? O halde biz neden her gidenin arkasından peşin hükümle “iyi bildiğimizi” söylüyoruz? Allah günahlarını affetsin demek kanımca daha uygun…
Aslında hepimiz günahkârız. Faiz düzeninin içinde yaşadığımızı, rüşvete mütemayil olduğumuzu, sahipsiz ata binmeyi sevdiğimizi (!), niteliği ister avanta, ister çırpma, isterse bedava olsun sirkeyi bile baldan tatlı gördüğümüzü inkâr edebilir miyiz?
Zamandan, imkânlardan, bize ait olmayan servetlerden çalmıyor muyuz? Bu basit çıkarların esiri olarak kalp kırmıyor muyuz, dedikodu yapmıyor muyuz?
Annemin yanında refakatçiydim
Annem, Alzheimer hastalığına düşmüş ve yaklaşık dört yıldan beri çaresiz çile çeken bir “inanan”dır. Son yılların moda hastalıklarından biridir Alzheimer… Zaman zaman hastaneye kaldırır, tedavisini böyle sürdürürüz. Bu defa dizinin üzerine düşmesi nedeniyle götürmüştük onu hastaneye. İki gece de yanında ben refakatçi olarak kaldım.
Orada da gözlemledim herkesi ve her şeyi… Aynı odada yaşlı bir hanımefendi kalıyordu. Gece boyunca inliyor, sağa sola dönüşlerinde serum hortumunun ezilmesine ya da serum gitmemesine neden olabiliyordu. Gece iki veya üç kez hastabakıcıyı odaya getirerek sorunun çözülmesine yardımcı oluyordum.
Aslında refakatçisi bir hanım vardı ama gece yandaki boş yatakta yatıyordu. Pek ilgilenmediğine kanaat getirmiştim. Refakatçi olarak kaldığım ikinci günün sabahında günaydın diyerek gece olup biteni kendisine anlatmaya çalıştım. Kendisini rahatsız etmemeye özen gösterdiğimi söyledim.
Sözlerim bitince anlatmaya başladı: Hasta olan hanımefendi teyzesi oluyormuş. 17 günden beri çocukları bir kez gelmiş ziyaretine. Kendisi gönüllü olarak 17 gün süreyle ona refakat ediyormuş…
Gözlerim nemlendi dinlerken. Bu hanım hakkında peşin hüküm verdiğim için kendime kızmaya başladım. Muhtemeldir ki, yaşlı hanımefendinin geriye bırakacağı bir servet yoktu. Çocukları da ziyaretine gelmiyorlardı. Şu insanoğlunun haline bakar mısınız? Ah gafil çocuklar! Bir de kendinizi benim gözümle görebilseniz?
Hesap günü
Ve sonunda bu yükle öbür tarafa gideceğiz… Hepimiz yaptıklarımızın ve yapmadıklarımızın hesabını vereceğiz. Kutsal Kitabımızın belirttiğine göre mahşer meydanında toplanacağız. Sorgu sırası bize gelecek diye bacaklarımız tir tir titreyecek, nefesimiz kesilecek.
Hele ki, yediğimiz naneler (!) bizlere izlettirilince inkâr etme durumumuz da olmayacak. Ne yaparız bilmiyorum? İnanıyorum ki, herkes birbirinden davacı olacağı gibi hayvanlar ve bitkiler de bizlerden davacı olacaktır…
Hak deyince hep üç beş kuruşun hesabı aklımıza geliyor. Eşini döven baltalar ve erkek müsveddeleri için eşlerin hakları, araç kullananlar için yolcu ve yaya hakları, nasıl olsa bazı aflar çıkıyor diye imar vergisi, trafik cezası, askerlikten sıyırmak için uydurkaydır yaparak devleti zarara sokanlar! Üzerinizdeki haklar bir gün size sorulacak…
Faizciler, tefeciler, kamu araç gereç ve imkânlarını hoyratça kullananlar, yalancılar, ikiyüzlüler, mazluma karşı güçlünün yanında yer alanlar! Sıradasınız, öndeki sıranın arkasına saklansanız da öne çıkarılacaksınız… “Hey sen gel!” denildiğinde “Ben mi?” diye geriye bakma veya sorma şansımız da yok.
Bu duygularla tamamladım kabristan ziyaretimi… Doğruyu söylemek değil, anlamak güçtür.